Basmacı Abdi Efendi (1786-1851)

Basmacı Abdi Efendi    (1786-1851)

Hayat hikâyesini iyi bilemediğimiz Abdi Efendi 1786 yılında İstanbul’un Davutpaşa semtinde doğdu. Kadı Halil Efendi’nin oğludur. Kendisi sekiz yaşında iken babası ölmüş, başıboş gezen ve hayırsız bir ağabeyi olduğu halde, kendinden küçük kız kardeşi ile ailesinin geçiminin ağırlığı omuzlarına binmişti. Böylece çocukluk yaşında çalışmak zorunda kalan Abdi Efendi, Kapalıçarşı’da bir yemenicinin yanında çalışarak hayata atıldı ve on yıl basma işlerinde çalıştı. “Basmacı” lakabı buradan kaynaklanır. Daha o yıllarda bir yandan günlük işlerini yaparken bildiği eserleri söyler, bazen de çarşı mescidinde ezan okuyarak sesinin güzelliği çevresinin dikkatini çekermiş.

 

On yedi on sekiz yaşlarında iken kız kardeşi ile Merdivenköyü’nde oturan bir akrabalarına giderken, Uzunçayır denen bir yerde bir ağacın altında oturup dinlendiği sırada bir şarkı okumaya başlamış. Bir söylentiye göre Sultan III. Selim kılık değiştirerek ve yanında musahibi olduğu halde oradan geçerken sesini duymuş.

Bu olağanüstü güzellikteki sesi ve üslubunu çok beğenmiş. Çocuğun kimliği araştırılarak durumunun kendisine bildirilmesini emretmiş. Musahip birini göndererek soruşturmuş, sonucu Padişah’a arz etmiş. Bu olaydan bir süre sonra, saraylı bir görevli çalıştığı yazmacı dükkânına gelerek çocuğu saraya götürmüş. Abdi Efendi’nin Enderun’a alınışı bu ya da buna benzeyen bir olay sonucu olduğu kesindir. Bu suretle bu ilim ve sanat yuvasında iyi bir musiki eğitimi ile yetiştirildi.

 

Abdi Efendi bir yandan öğrenimini sürdürürken saraydaki musiki fasıllarına, padişahın binişlerine (gezintilerine) katılıyor ve dikkat çekiyordu. Tarihi kayıtlara geçmiş olan şu satırlar bu durumu pek güzel belgeliyor. Abdi Efendi, kısa sürede saray müezzinleri arasına girerek uzun yıllar bu hizmeti yürüttü. Müezzin oluş tarihi 1808’dir. Sultan III.Selim döneminden başlayarak üç padişah dönemi yaşadı. Sultan Abdülmecit zamanında Muzika-i Hümayun’da beş-altı yıl “muallimlik” yaptı. Sarayın izni ile Kabataş’ta satın aldığı bir evde otururdu. Bu evde 1851 yılında altmış beş yaşında öldü; Maçka Mezarlığı’nda toprağa verildi.

 

Itri’den itibaren ilk örnekleri görülmeğe başlayan ve Hacı Arif Bey’le olgunluk derecesine ulaşan şarkı formunun, 19. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan musikişinaslar arasında bir öncü olarak tanınır. Bir hayli eser bestelemişse de günümüze gelebilenler sınırlıdır. Elimizde bulunan üç beste ile on kadar şarkısı geleneklere bağlı, tekniği sağlam eserlerse de, bütün 19. Yüzyıl bestekârları gibi yeni bir düşünüşün izlerini taşır.

 

Gülşen-i ezhâr açtı her yana

Nüzhetîyâ'dır bu kasr-ı dil-küşâ

Kandedir gelsin hezâr-ı hoş-nevâ

Nüzhetîyâ'dır bu kasr-ı dil-küşâ.

Türlü çiçeklerin bahçeleri her yanda açtı.

Bu gönül açıcı köşkün adı Nüzhetiyye, yani eğlence, neş’e, sevinç ve ferahlık yeridir.

Hoş sesli bülbül nerededir, gelsin”.

Haşim Bey, güfteli Mahur makamındaki eserini, Sultan II.Mahmud’un Beşiktaş sırtlarında yaptırdığı bir “Kasr” için bestelemiştir ki, en güzel eserlerinden biridir. (“Türk Mûsikîsi Tarihi 1. Cilt Dr. Nazmi Özalp s: 227, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi  Cilt 1 Yılmaz Öztuna C:1  S: 9)

 

Eserlerinden bir kısmı:

 Çeşm-i mahmur-ı siyahın süzme                      Evc                          Ağır Aksak

 Gülşen-i ezhar açtı her yana                              Mahur                     Ağır Aksak

 Senin aşkınla çak oldum                                   Rast                         Düyek

 Sevdim yine bir nev-civan                                 Rast                         Yürük Semai

 Pek yosma-eda gördüm efendim                       Tarz-ı Nevin              Aksak

 Hazırlayan: Suat Yener